Haftaya Bakış (251): Grand Kartal Otel faciası | Özdağ tutuklandı | Ayşe Barım gözaltına alındı | İkinci İmralı ziyareti

31.01.2025 medyascope.tv

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Kemal Can stüdyoda değil, uzaktan bağlanıyor. Merhaba, Kemal.
Kemal Can: Merhaba, Ruşen.

Ruşen Çakır: Haftaya Bakış’ta konuşacak çok şey var. Bu hafta epey zorlu geçti. Tabii en acısı yangın faciası, felaketi, artık her nasıl tanımlanırsa. Bu konuyu sonraya bırakalım, öncelikle en güncel olayla, Ayşe Barım’ın gözaltına alınması olayıyla başlayalım. Açıkçası ben bu tartışmaları çok fazla izlemedim; dizi sektörü, tekelleşme gibi konular çok anladığım şeyler değil. Ama işin bir yerlerde siyasi olduğu belliydi ve nitekim gözaltına alınma gerekçesi de Gezi Parkı eylemlerine katılması oldu. O sektörle ilgili tartışmalarla hukuken bir şey olamayacağı görülünce böyle bir şey yarattılar ve anladığım kadarıyla iktidar yanlısı medyada bir linç kampanyası, hedef gösterme sonrasında savcılar harekete geçti. Gezi’nin tekrar kriminal bir olay olarak gündeme getirilmesi bir yandan çok şaşırtmıyor, ama bir yandan da 12 yıl sonra ne alâka dedirtiyor. Böyle bir yol açılırsa, yıllar sonra tekrar, ‘’şu da Gezi’deydi, bu da Gezi’deydi’’ diye, şu anda hoşlarına gitmeyen birçok insana da operasyon yapabilirler. Ne diyorsun? O sektördeki tartışmaları sen biliyorsan biraz anlat. Ben hakikaten tam olarak bilmiyorum. Az buçuk biliyorum ama yanlış yapmak istemiyorum.
Kemal Can: Sen de hatırlıyorsundur, bir süre o sektörün böyle biraz kıyısından, içinden geçmişliğim var. Ayşe Barım’la da tanışıklığım var bu vesileyle. Ama hadisenin böyle bir kronolojiyle gelmesi, bunun zaten böyle tasarlanmış, kurgulanmış, medya ayağıyla, sonra yargı ayağıyla ve kamuoyunda yaratılmak istenen etkiyle, mesaj gönderilmek isteyen çevrelerle, genel bir paketin parçası olduğu izlenimini veriyordu. İşin, önce biraz sektörel bir hadise gibi servis edilmesi, doğrudan Ayşe Barım’ı ve a bu yapılan operasyonun niteliğini biraz başka türlü kodlayan, birtakım şu ya da bu nedenle, bazıları haklı nedenleri de olabilecek ve bu sektördeki problemden dolayı reaksiyon verebilecek çevrelerin ilk tepkilerini almaya da heveslenen bir tutum alındı. Ama o zaman da çeşitli değerlendirmelerde bu haberlerin verildiği kaynaklar, trol faaliyeti gibi şeyler, işin bununla sınırlı kalmayacağını, niyetin hiç de bu olmadığını gösterir bir hâldeydi. Şimdi de devam eden noktada, iş geldi Gezi’ye bağlandı. Ama şöyle düşün; Ayşe Barım, önce, çeşitli ünlüleri Gezi eylemlerine teşvik ettiği gerekçesiyle peşinen o soruşturmayla gözaltına alınmış olsaydı, nasıl bir etki ortaya çıkardı? Daha önceden sektör içerisindeki problemler, hatta sektördeki bazı insanların da “Doğru, aslında böyle sorunlar var” demeye başladığı bir köpürtmenin ardına gelince, bir tür, tepkiyi ya da muhalefet blokunu çatlatan bir işlev görüyor. Biraz sonra konuşacağız; Ümit Özdağ'da da benzer bir hadise var.
Ben bu tür olayların, bir süredir sistematik biçimde hazırlanmış ve artık uygulamaya konulmuş topyekûn bir taarruzun parçası olduğunu düşünüyorum. Burada seçilen hedeflerin sahiden muhalefet için çok önemli ya da çok dikkate değer insanlar olup olmamaları ya da temsil kabiliyetlerinin yüksek olup olmaması değil. Burada niyet edilen şey, hiçbir alanın boş bırakılmayacağı, her alanda kuvvetlice ve dokunulmaz görünenler dâhil olmak üzere pek çok kişiye benzer hamleler yapılacağı ve bu hamleler içerisindeki çeşitlilik yüzünden bütün muhalefet potansiyelinin birlikte davranma ve güçlü karşılık verme zaafının da ortaya çıkartılacağı hedeflerin seçiliyor olması. Şunu söylemek istiyorum: Bu olayda da bütün sektörün birlikte karşı çıkması ya da herkesin iç rahatlığıyla arkasında durmasının zor olabileceği insanlar seçiliyor veya önce öyle bir yıpratma yapılıp, zaten ona yapılacak hamleye itiraz edecek çevreler biraz seyreltildikten sonra hamle yapılıyor. Bunun gerekçesi, gelecek tepkiden çok korkmaları değil. Söylediğim gibi bu, topyekûn ve çok boyutlu bir taarruz ve burada istenen şey, korktukları için tepkiyi nötralize etmek değil. Tam tersine, kendi güçlerini ve tepkinin zayıflığını aynı anda gösterecek hamleler hâlinde işleme konuluyor. ‘’Gezi’’ olması ayrıca önemli. Senin de biraz önce değindiğin gibi, burada birkaç mesaj bir arada veriliyor. Birincisini zaten daha önceki başka soruşturmalarda; Esenyurt soruşturmasında da, Ahmet Türk hadisesinde de, başka hadiselerde de görmüştük. Hatta Selahattin Demirtaş'ın mahkûmiyetinde de aynı şey var. Seneler öncesinden delil ya da delil sayılması son derece zor bir takım suçlamaları yeniden ortaya çıkartıp, yeniden kıymetlendirip, buna dayanarak seneler sonra soruşturmalar açılabileceğini ve bu konuda sonsuz bir keyfiliğin mümkün olduğunu göstermek. Bir kere bu çok önemli, bu mesaj veriliyor. Senin söylediğin gibi, Gezi’yle ilgili, Gezi’ye şurasından burasından katılmış, kenarından köşesinden geçmiş herkes için her zaman ve muhtemelen Gezi örneği vesilesiyle ne kadar olduğu önemli değil, herhangi bir zamanda, bundan 10,15 yıl önceki başka olaylarda da kullanabilecekleri bir şey varsa ya da kullanacakları bir şey olmasa bile, bunu söz olarak söyleyebilmelerine imkân veren bir durum varsa, bunu mutlaka yapabileceklerini gösteriyorlar.
İkincisi, Gezi, bu iktidar için, özellikle Erdoğan için çok travmatik bir mesele. Neredeyse hemen her şeyi, ekonomideki problemi, şunu bunu, her şeyi getirip getirip çeşitli zamanlarda konuşmalarında buraya bağlıyor zaten. Dolayısıyla, bununla ilgili intikam hamlelerinin ve benzeri intikam hamlelerinin bitmeyeceğini göstermek. Bir başka mesaj, söylediğim gibi, her çevrenin nispeten güçlü aktörlerine de rahatça dokunabileceğini, onları bir anda suçlu ilan edebileceğini, linç kampanyalarına konu edebileceğini, hatta muhalefet içerisinde de o kişinin yaptıkları ya da temsil ettiği itibariyle herkesin birlikte davranmasını zorlaştıran birtakım unsurları öne çıkartabileceklerini sürekli gösteriyor olmaları. Bu aslında, bu taarruzun çok rastlantısal ve bazı yorumlarda olduğu gibi ‘’iktidar korktuğu için panikle sağa sola saldırıyor’’ şeklinde yorumlanmasına çok uygun olmayan bir sistematikle işliyor. Biliyorsun daha önce bu belediye başkanları meselesinde, kayyum meselesinde, pek çok konuda konuştuk. Mesela biraz sonra Ümit Özdağ’ı konuşacağız.

Ruşen Çakır: İstersen o konuya gelelim. Çünkü ben bugün, “Hangisinin tutuklanmasına karşısınız? Demirtaş’ın mı, Özdağ’ın mı?” başlığıyla bir yayın https://medyascope.tv/2025/01/24/rusen-cakir-yorumluyor-hangisinin-tutuklanmasina-karsisiniz-demirtasin-mi-ozdagin-mi-video/ yaptım. Halk TV'de Zafer Partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu’na, “Demirtaş için ne diyorsun?” diye soruyorlar. O da, “Aynı. Özdağ nasılsa, Demirtaş da öyle,” diye cevap veriyor. Sonra hemen partiden birtakım isimler çıkıp ‘’bu partimizin görüşü değil’’ diye açıklama yaptılar. Mesela Genel Başkan Yardımcısı Bartu Soral, Selahattin Demirtaş'ın içeride kalmasını savunduklarını söyledi. Ben de yayında şunu anlatmaya çalıştım: Tam söylediğin gibi, herkes, ötekine dokunulduğu zaman, “Ümit Özdağ zaten ırkçı” diye gerekçeler üretiyor. Yani iktidar karşıtı olduğunu bildiğin çevrelerde bile bir uyum sağlanamıyor. Veya aynı şekilde Selahattin Demirtaş dediğin zaman, Demirtaş, Apo'nun heykelini dikerim’ demişti’’ gibi gerekçeler söyleniyor. Ben bu sorumu ‘’X’’ hesabımda paylaştım. Birçok insan bana ‘’böyle soru mu olur? diye tepki gösterdi. Ama böyle bir gerçek var, öyle değil mi? Kimisi Demirtaş'ın tutuklanmasına karşı Özdağ'a seviniyor, kimisi Özdağ'ın tutuklanmasına karşı Demirtaş'a seviniyor. Bunun örnekleri geçmişte Ergenekon döneminde de aynıydı biliyorsun. Şimdi bunu sorduğun zaman insanlar, “Böyle soru mu olur?” diyorlar. Hâlbuki böyle bir gerçek var.
Bir de şöyle bir husus var: Mesela ilk tutuklandığı zaman Ümit Özdağ’la ilgili bir yayın https://medyascope.tv/2025/01/22/ozdag-nicin-tutuklandi-video/ yaptım. Tutuklanmasının yanlış olduğunu söylediğimde, bazı Zafer Partililer bana kızdı. Çünkü ben onlardan olmayan, hatta birçoğunun gözünde, onların tam da nefret ettiği insan tipi oluyorum. Ümit Özdağ’a yapılanın yanlış olduğunu, hukuki olmadığını söylediğim zaman rahatsız oluyorlar. Samimi bulmuyorlar. Diyelim ki Azmi Karamahmutoğlu, “Selahattin Demirtaş'a da aynı bakıyoruz” dediğinde de birtakım insanlar, “Takıyye yapıyor” diyorlar.  Aslında iktidar için, geçmişte Fethullahçılar için, şimdi tek başına AK Parti yani Cumhur İttifakı için çok elverişli bir şey var. Birisine vurduğu zaman muhakkak karşı tarafta birileri ‘’oh olsun’’ diyor; böyle acayip bir şey var. Kendi cenahından da hiç kimse kalkıp yüksek sesle, “Şimdi bunu niye tutukladılar?” demiyor. İktidar içerisinden herhangi birisi çıkıp da, “Tamam, adam şöyle yanlış, böyle yanlış, ama Ümit Özdağ tutuklanır mı? O bir siyasi parti lideri,” demiyor. Kendi kutbu garantili. Senin demin söylediğin gibi, karşı tarafa da böyle tartışmalı isimler koyarak, ‘’onlar da nasıl olsa birbirleriyle bu konuyu tartışırlar, biz bu arada devam ederiz ‘’diyorlar. Bence senin de söylediğin gibi devam edecek; her gün bir şey oluyor, Kemal. Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın tutuklanması.
Kemal Can: Evet, Beşiktaş'ta da aynı şey oldu. Birtakım muhalefet çevrelerinde önceden, “Aman dikkat etmek lazım” diye ismi telaffuz eden veya yine bir trol faaliyeti olarak, “Kılıçdaroğlu konuya girmedi, geç girdi demek ki desteklemiyor’’ gibi söylemler oldu. Öncesinde, bir blok davranışı engelleyen sorun yaratıyorlar, sonra, bazıları kendiliğinden, bazıları da zorlayarak biraz ikilik, çatlak çıkartıp onu da köpürtüyorlar. Ama zaten iktidar bunu çok uzun bir zamandır çok sistematik ve açıkçası başarılı biçimde yapıyor. Yani kategorik olarak, amasız, fakatsız bir demokrasi bloku, bu, masalara oturup Altılı Masa kurulduğu zaman bile realize edilemedi, lafta kaldı. Lafta kaldığını nereden anlıyoruz? Daha masadan kalkıp ilk seçimden çıktıktan hemen sonra, insanlar ‘’DEM’lenme diye birbirlerine saldırmaya başladılar. Mesela Esenyurt'tan sonra, DEM Partililerin orada CHP'nin mitingi sırasında görünmesi ya da bir partinin otobüsünün üstünde başka bir partinin liderinin konuşuyor olması eleştiri konusu yapıldı. Yani muhalefet, fikir özgürlüğü, demokrasi, hukuk üstünlüğü, hak, adalet gibi konularda kategorik bir tutum almak, ilkesel tutum almak ve buna karşı ortak, amasız, fakatsız bir blok ortaya koymak ve iktidara böyle karşı durmak konusunu beceremediği gibi, iktidar da bunu çeşitli örneklerle, çeşitli hamlelerle, çeşitli spekülasyonlarla, trol faaliyetleriyle ve başka yollarla, seçilen hedeflerin niteliği itibariyle, bunu sistemli biçimde devam ettiriyor.
Şimdi karşı karşıya olduğumuz şey çok daha yoğun. İktidar, aynı anda çok alanda ve çeşitli araçlar kullanılarak bir atağa kalkmış durumda. Açık söylemek gerekirse, geçen hafta da yazdığım ve gayet karamsar bulunan yazımda https://medyascope.tv/2025/01/19/kemal-can-yazdi-surec-sadece-surecten-ibaret-degil/ “Bunlar gidici, çok korkuyorlar. Korktukları için böyle saldırıyorlar” algısını artık bırakmak gerektiğini söyledim. Ben artık bundan o kadar emin olmamak gerektiğini, ‘’korktuklarından mı, özgüvenlerini tazelediklerinden mi bunu yapıyorlar?’’ meselesini biraz daha dikkatli düşünmek gerektiği görüşündeyim. Çünkü bir bakalım bu son 3 aylık süreç takvimi işlerken ona paralel olarak neler yaşandı? Kayyum hadiselerinden, bir o taraftan, bir bu taraftan belediyelere operasyon, belediyelere kıskaç, hesaplarına el koyma, öbür taraftan, siyasi alanda yoğun bir taarruz. Bu, normalleşmenin tam zıttı bir söylem. Öbür tarafta, gazetecilere dönük ve medyanın yeniden reorganizasyonu, bir kez daha elden geçirilmesi hamleleri, yoğun trol faaliyeti… Bütün bunları bir araya koyduğumuzda şimdi de peş peşe tutuklamalar, gözaltılar, gözdağı. Baroya bile kayyum atamaya kalkmalar. Şimdi bunların paniğe kapılmış, bütün düğmelere aynı anda basan, gideceğinden korktuğu için böyle şeyler yapan bir iktidar biçiminde yorumlanması çok iç rahatlatıcı olabilir, ama tam tersine, yerel seçimde ciddi bir yenilgi almış olmasına rağmen, o yenilginin bütün travmasını üzerinden atmış, kendi tarafını epey toparlamış, karşı tarafı yıpratmak için de harekete geçmiş ve bunun için de hayli özgüven kazanmış bir tutum olduğunu düşünmenin çok da yanlış olmayacağı fikrindeyim.
Ümit Özdağ meselesinde başka bir dolaylı mesaj daha var. Hatırlarsan, bu CHP belediyelerine dönük hamleler yapılmaya başlandığında en çok konuşulan şey, İmamoğlu’nun adaylığının bir an önce açıklanması ya da genel başkan olması, ‘’adayın üzerine gidemez’’ iddiası vardı. Ümit Özdağ hadisesinde şu mesajı görüyoruz: Daha önce bir Selahattin Demirtaş örneği var tabii, ama herkes ona ‘’Selahattin Demirtaş ayrı bir şey’’ diye bakıyor. Fakat hadise öyle değil. Ümit Özdağ'ın tutuklanması, genel başkanlık gibi bir makamın koruyucu olup olmadığıyla ilgili argümanı da etkileyecek.

Ruşen Çakır: Yani ‘’genel başkanlık dokunulmazlık zırhı getirmiyor’’ diyorsun. Bu söylediğin inan daha önce aklıma gelmemişti. İmamoğlu için ‘’genel başkan olursa dokunmazlar’’ deniliyordu, dokunduğunu görüyorum. Bir de şunu düşünüyorum, katılır mısın bilmiyorum?
Kemal Can: Pardon, bir şey söyleyeyim, yanlış anlaşılmasın. ‘’Dokunabilir’’ olduğunu söylemiyorum, ama bu argümanı zayıflatan bir şey. Bunun dolaylı bir mesajı var.

Ruşen Çakır: Evet, önemli ama. Peki, şuna katılır mısın? Biraz spekülatif olduğunun farkındayım, ama CHP'yi, Zafer Partisi, İYİ Parti gibi bir alana iyice itip, hesapta, böyle bir işin içerisinde olur varmış gibi geliyor bana.
Kemal Can: Burada çok detaylarına girmek istemiyorum. Ayşe Barım hadisesinde de öyleydi. Sektörde bir takım sorunlar var mı, var. Bundan rahatsız olan insanlar var mı, var. Ama sonuçta niyet, oradaki çatlamayı büyütecek; fakat onun içerisinden de seçtiği bir hedefi kolayca hırpalayabildiğini göstermek ve bunun devamındaki süreci de yönetmek. Bu hadisede de süreç konusunda, CHP şöyle ya da böyle, en azından merkezi olarak çok kategorik bir muhalefet sergilemedi; İYİ Parti gibi çok net olarak ‘’biz her halükârda bunun karşısındayız’’ gibi bir pozisyon almadı. Diğer tarafta, CHP, DEM Parti’yle görüştü; DEM Parti, sürecin içerisinde CHP'nin de yer alması gerektiğini söyledi. Yani birdenbire, bu süreç çıktı diye, bazı yorumcuların çok hevesli olduğu gibi, CHP’yle DEM’in hemen ipleri attığı, birbirlerini suçlamaya başladıkları bir pozisyon oluşmadı. Ama şimdi senin dediğin gibi, muhalefet dayanışması odağını bir taraftan alıp başka bir tarafa taşımak, başka birliktelikleri mecbur hâle getirmek, hem muhalefetin genel dizaynı, hem de muhalefetin bir bütün olarak birlikte davranma kabiliyetini bozucu hamleler olarak işliyor bence. Dolayısıyla, seçilen hedef ve uygulanan yöntem açısından, senin söylediğinin bir payı var bence.

Ruşen Çakır: Biliyorsun geçenlerde Diyarbakır'daydım. Ben oradayken Ümit Özdağ’ın tutuklanma haberi geldi. Ben rahatsızlığımı dile getirince birçok arkadaş orada bana ya kızdı ya da anlam veremedi. Hani Ümit Özdağ Kılıçdaroğlu ile anlaşmıştı ve İçişleri Bakanı olacaktı ya, bir yayınımda, “İçişleri Bakanı olursa herhalde ilk içeri atacaklardan birisi de ben olurum,” demiştim, hâlâ aynı kanıdayım. Şakayla karışık söylüyorum tabii. İnsanlar siyaseten şunu anlayamıyorlar: Hakikaten iktidara gelse beni içeri atacak olabilir ya da başkasına bunu yapacak olabilir. Ama burada hukukun herkes için işlemesi önemli. Ümit Özdağ, Kayseri olayıyla ilgili ya da o dönemde attığı tweetler gerekçe gösterilerek tutuklandı, değil mi? Kayseri olayı sırasında herhangi bir soruşturma da görmedik. Bir şey yapmak istedikleri zaman, herhangi birisini Cumhurbaşkanına hakaretten gözaltına alıyorlar, ondan dolayı tutuklanamayacağı anlaşılınca başka bahaneler yaratıyorlar. Orada belli ki Ümit Özdağ tutuklanmak istenmiş. Mesela, hâlâ tartışmalı olan bu sürecin önünde engel oluşturmasın diye de olabilir. Herhangi bir nedenle de olabilir. Ama burada bunun Kayseri olayıyla alâkası yok. Ben iktidar yanlısı bir arkadaşla konuştum. Kayseri olayıyla ilgili olduğunu söylüyor. Ama Kayseri olayları olalı ne kadar zaman oldu. Aynı şekilde Gezi olayı da böyle bir şey.
Kemal Can: Bu konuda bir şey söyleyeyim. Şimdi burada da şu var: ondan alıyorlar, sonra başka bir soruşturmaya çeviriyorlar. Sonra oradan tutukluyorlar, sonra da iş başka bir yere dönüyor. Herkes bunu liyakatsizlik, beceriksizlik, ne yapacaklarını bilmezlik gibi yorumluyor. Ama bu Gezi davasında da gördüğümüz gibi, hiç de öyle iş bilmezlik alâmeti gibi gelmiyor bana. Bu özellikle böyle yapılan bir şey. Keyfiliğin o kadar çok altı çiziliyor ki. Keyfilik saklanmak istenmiyor, tam tersi, göstere göstere yapılıyor. Hukuku bilmemek mazeret değildir diye bir tabir vardır. “Ben yasayı bilmiyordum” diyemezsiniz. Çok temel bir ceza yasası prensibidir. Yasayı bilmemek hafifletici neden olamaz. Şimdiyse Türkiye'de işleyen şu: Yasayı biliyor olmanızın hiçbir anlamı yoktur ya da yasanın olmasının da bir anlamı yok. Burada yargı açısından mesele, bunu göstere göstere, yani başka bir şeyden gözaltına alıp, başka bir şeyden tutuklayıp, davayı da başka bir şeyden açabilir olması. Osman Kavala'nın başına gelen süreci herkes biliyor, defalarca anlatıldı. Bu, bir beceriksizlik mahsulü değil. Ben bunun, kimsenin kendisini hukuk karşısında güvende hissetmemesini göstermek için yapılan özel bir yöntem olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Bir taraftan bakıyorum. Mesela Yeşim Salkım, “Bugün de istifa eden yok mu?” diye sormuş. Yok tabii ki. Buradan yanan otel olayına dönelim: Adalet Bakanı biraz önce bir açıklama yaptı. Bilirkişi konusunda işler karıştı biliyorsun. Bolu Belediye Başkanı, bilirkişinin iptal edildiğini söyledi. Bakan, “Biz İTÜ'den yolladık. Bunlar varken bunlara güvenmiyor musunuz?” diyor. Çok garip bir şekilde kutuplaşma var. Burada da herkes ikiye bölündü. Bir tarafta ‘’Bakanlık suçlu’’ diyenler, bir tarafta ‘’Belediye suçlu’’ diyenler var. Bir de tabii belediye başkanının geçmişteki sicili nedeniyle de garip bir durum var biliyorsun.
Kemal Can: Orada da aynı durum var.

Ruşen Çakır: Evet, aynı şey oluyor. Daha önce de olduğu gibi sıfır sorumlu. Birileri gözaltında. Ama insanlarda ‘’hangi davada ne çıktı ki?” duygusu daha baştan itibaren var. Her şey bir yana, çok feci bir olay. Normalde, turistik ve lüks olduğu varsayılan bir yerde, göz göre göre bu kadar çok insanın hayatını kaybettiği bir yangının olması, çok acı olması bir yana, utanç verici ve bununla yüzleşme olmadı. İlk başta zaten hızlıca bir yayın yasağı da geldi. Sonra kaldırdılar o ayrı, ama akıl alır gibi değil. İlk önce. 10 kişinin öldüğü açıklandı. O rakam bile çok fazlaydı, ama ilk andan itibaren bunun artacağının da işareti vardı. Sonuçta en son resmi rakam 78'de durdu diye biliyorum. Çok korkunç. Hayatını kaybedenler de anne babalarıyla gelen çocuklar. Aileler yok oldu Kemal. Anne, baba, kız çocuğu, erkek çocuğu hep birlikte… Çok korkunç bir olay. Şimdi 6 Şubat depremin yıldönümü yaklaşıyor. Daha önceki olaylarda olduğu gibi, Türkiye’nin neyi ne kadar hatırladığını tekrar göreceğiz. Böyle bir özelliği var Türkiye'nin; Unutmayı seviyor Türkiye.
Kemal Can: Türkiye'de, doğrudan kendi dahli olsun olmasın, kendi sorumluluk alanında oluşan yanlışlara karşı, siyasi sorumluluk gereği olarak sorumluların istifa etmesi ve o sorumluluğu üstüne alma geleneği bizim siyasi kültürümüzde yok. Ama son 20 yılda bu sorumsuzluk sistematik bir hâl aldı. Bundan 20 yıl önce, meşhur Pamukova’daki hızlandırılmış tren hadisesini hatırlarsın. O zamanlar daha bu yayın yasakları gibi şeyler yoktu. Ben bir televizyon kanalında haber merkezinde çalıştığım için, o zamanı, siyasilerin, sistemli biçimde bütün medya kuruluşlarını bizzat arayarak yayınlara müdahale etmeye çalıştığı bir milat olarak çok iyi hatırlıyorum. 20 yıldır, maden katliamı, iş cinayeti, deprem, doğal felaketlerin hepsi, sel, heyelan, yine buna benzer yangınlar, bina çökmeleri, tren kazaları ve benzeri aklına gelebilecek her türlü şey, doğrudan kamu kusuruyla ortaya çıkmış yüzlerce -facia demiyorum- katliam var. Çünkü bu olayların çoğunda daha sonra birtakım bilgilerle ortaya çıktı ki bunların neredeyse %90'ı, belki %95'i önlenebilir hadiselerdi. Bazı doğal felaketler için bunun öngörülemez tarafları olduğu söylenebilir, ama bu bahsettiğim hadiselerin çoğunda böyle.
Bu olayla ilgili de aynı şeyi söyleyeceğim. Yine her şey bir denetim, liyakat meselesine bağlanıyor. Elbette denetimlerin yapılması, kurallara uyulması, kamunun kendi koyduğu kurallara uyması ve uyulmasını sağlaması gibi bir sorumluluğu var. Bunlara uyulmamasından doğacak her şey elbette ki bireysel sorumluluklar içerir; onlar cezai olarak soruşturulur. Ama kamunun bu kuralları uygulama ve uygulatma yükümlülüğüyle ilgili kısmındaki sorumluluğu, hemen hemen hiçbir olayda, yüzleşilen, hesaplaşılan, hesabı sorulan bir şey olmadı. Mesela, hâlâ davası devam eden Yenidoğan Çetesi hadisesinde de, maden katliamı hadiselerinde de, kamu binaları meselesinin neredeyse hepsinde, kurulan sistemin, denetimi atlamak üzerine… Yani tam tersine kamu burada kuralların uygulanmasını sağlamak yükümlülüğünü geçip, kurdukları sistemi pek çok açıkla o kuralların etrafından dolaşılacak, üstünden atlanacak, meseleyi hızla halletmek için bir seferliğine, beş seferliğine görmezden gelerek ilerlenecek şeyler olarak ortaya koyması ve işleyişi böyle kurması. Dolayısıyla denetimsizlik, bir liyakatsizlik sorunu değil, bir sistem sorunu. Bu kadar çok konuda bu kadar çok hadisenin yaşanıyor olması, oradaki birinin hatasıyla, oradaki birinin eksiğiyle, oradaki birinin yetersizliğiyle açıklanamaz. Bu kadar çok alanda bu kadar çok problem yaşanıyorsa, bu tür bir sorumsuzluk düzeninin, hatta teşvik edilen bir sorumsuzluk düzeninin, ‘Bir an önce bitirin ama o kadar önemsemeyin. Kurallar değil, bizim hızımız önemli’ diyen bir yaklaşımın ürünü. Dolayısıyla bütün sistemlerde böyle boşluklar var. Elbette buradaki bireysel sorumluları bulup çıkartmak ve onların alacağı cezalar bir caydırıcılık oluşturabilir. Ama bu mesele tamamen siyasi bir sistem sorunu. Dolayısıyla, kendi kültürleri sorumluluk almaya yatkın olmayabilir ama asıl, siyasilere hesap sorulacağı, hesap görüleceği hatırlatılarak, siyasi bir mesele olarak tartışılmalı. Bence bu çok genel bir mesele.

Ruşen Çakır: En son olarak İmralı heyetinin ziyaretine bir değinelim. Onlar çok kısa bir açıklama yaptılar, çok detaya girmediler. Öğrendiğimiz kadarıyla, onlar da yangının, facianın yol açtığı atmosferi gerekçe göstererek kısa bir açıklama yaptılar. Ama anladığım kadarıyla çok da fazla bir şey söylemek istemiyorlar şu anda. Biliyorsun arkadaşımız Ferit Aslan Diyarbakır'da. Bu konuda kaynakları bayağı güçlüdür. Üst üste yazıp duruyor. Ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Şubat’ın 15'i Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye teslim edildiği tarihin yıldönümü biliyorsun. Öcalan'ın o tarihte bizzat açıklama yapacağı konuşuluyor. Heyet gidecek, sonra çıkıp yazılı ya da sözlü olarak, “Öcalan şunu dedi’’ demeyecek. Nasıl olacak? Anlaşıldığı kadarıyla, Öcalan'ın bir şekilde sesli ve görüntülü açıklama yapacağı, PKK'ya silah bırakma çağrısını bizzat yapacağı söyleniyor. Yanında PKK davasından mahkûm üç kişi var biliyorsun. Onların da olacağı söyleniyor. Büyük bir ihtimalle heyet de orada olur. 15 Şubat'taki çağrıya Ahmet Türk’ün de gideceği ve 15 Şubat’ın, artık her şeyin dönüm noktası olacağı söyleniyor. Tabii biz bunu yazıyoruz, güvenilir kaynaklara dayanarak söylüyoruz ama kimse de ‘’hayır öyle değil’’ demiyor. ‘’Evet öyle’’ diyen de yok. Bekleyip göreceğiz tabii. Ama Öcalan’ın bu çağrıyı yapacağına dair çok güçlü emareler var.
Kandil'den yapılan açıklamalar da önemli. Biliyorsun önce Cemil Bayık örgütün bir medyasına uzun bir röportaj verdi. Daha sonra Duran Kalkan, yine örgütün medyasına daha uzun bir röportaj verdi. Onların hepsini okudum. Hiç de kapıyı kapatmış gibi gözükmüyorlar. Tabii ki birtakım şeyler söylüyorlar; AKP'ye, Erdoğan'a yönelik eleştiriler var, ama hepsi, “Biz Öcalan'a bakacağız. Karar mercii odur. Ona göre hareket edeceğiz” derken, bir yandan da “Biz Ankara’yla anlaşmak istiyoruz. Ama olmazsa bize ilgi gösteren başkaları var” diyorlar. Özellikle Cemil Bayık bunu çok ciddi bir şekilde vurgulamıştı.
Kemal Can: 15 Şubat'ın sürekli ifade ediliyor olması, bunun lafının çok fazla ediliyor olması, tabii ki şöyle bir şey düşündürtüyor: Bir şey hazırlanmış ki, o tarihte hiçbir şey olmayacakken, bu lafın ortalıkta bu kadar çok dolaşmasına izin verilmesi, pek akla yakın gelmiyor. Üstelik şu anda bilgi kaynağı olarak çok açık kaynaklar yok. Heyet gidip geldiğinde birtakım açıklamalar yapıyor. Öcalan'la görüşmeler konusunda, heyetin görüşmeleri konusunda dolaylı bir takım bilgiler ediniyoruz, ama başka hangi seviyelerde nasıl temaslar ve görüşmeler olduğunu bilmiyoruz. Bu 15 Şubat hadisesi bilgileri de daha çok, iktidar çevrelerinden sızarak geliyor. Dolayısıyla orada ya bir sıkıştırmayı artırmak için kullanılıyor ya da senin dediğin gibi, sahiden bir aşamaya gelindi. Muhtemelen senin dediğin türden, Öcalan'ın doğrudan hitap etmesini sağlayacak bir araç bulurlar, o zor değil. Çünkü hatırlarsan, daha önce TRT'ye, Öcalan’ın mektubunu okutmak ya da Osman Öcalan’ı çıkartmak gibi şeyler de yapılabilmişti.
Evet, şu anda neredeyse bütün aktörler, özellikle Kürt tarafındaki bütün aktörler, hatta Demirtaş dâhil, Avrupa, PKK, KCK hepsi, “Tamam, Öcalan'ın inisiyatifine bakacağız. O bir inisiyatif alırsa, biz de onun söylediklerini dikkate alarak davranacağız” demiş olduğu için ve zaten Bahçeli de en başından meseleyi böyle açmış olduğu için, şu anda herkes kendi pozisyonunu Öcalan'ın diyeceğine bağlamış durumda. O noktada, bu denildikten sonra, “Biz böyle dedik ama söylediğinden çok da memnun kalmadık” diyen bir taraf çıkacak mı? Ya da söylenene şu ya da bu biçimde başka türlü bir yorum gelebilecek bir esnekliği ve bulanıklığı olacak mı, göreceğiz. Ama galiba artık bunu çok daha fazla uzatmak, hele bu tarihi zikrettikten sonra çok daha fazla uzatmak pek mümkün olmayacak. Süreç zaten hızlı olmak için başlatılmış, hızlandırılmak için sürekli tazyik görmüş, şimdi de en azından bir merhale geçebilmek için, yine hızlı bir hamleye ihtiyaç duyuyor. Fakat onu daha iki üç hafta bekleyeceğiz. Onun öncesinde, özellikle Suriye tarafında birtakım gelişmeler olabilir mi? Çünkü bu başka aktörlerin de dahli olan bir süreç. Dolayısıyla orayı da izlemek gerekiyor.

Ruşen Çakır: Evet, Kemal. Burada noktalayalım. Anladığım kadarıyla bir dahaki hafta yine bol miktarda adli olay konuşacağız.
Kemal Can: Artık buna erken seçim demiyorum, ama iktidar, seçimi de içerecek bir taarruz dönemine girmiş durumda.

Ruşen Çakır: Biliyorsun bir zamanlar Ergenekon döneminde dalgalar vardı. Şimdi daha tekil, birbirinden farklı insanlara yönelik yapılıyor. Bir belediye başkanı, bir parti genel başkanı, arada baro yönetim kurulu üyesi, dizi sektöründen bir yönetici gözaltına alınıyor. Hepsi birbirinden farklı.
Kemal Can: Ama aynı paketin parçası.

Ruşen Çakır: Evet öyle görünüyor. Bunu bayağı konuşacağız gibi gözüküyor. Haftaya Bakış’ı burada noktalayalım. İzleyicilere de çok teşekkür edelim. Haftaya tekrar görüşmek üzere. İyi günler.
Kemal Can: İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
02.02.2025 İmamoğlu mu, Yavaş mı, ikisi birden mi yoksa hiçbiri mi?
31.01.2025 Haftaya Bakış (251): Grand Kartal Otel faciası | Özdağ tutuklandı | Ayşe Barım gözaltına alındı | İkinci İmralı ziyareti
30.01.2025 Suat Toktaş gazeteci olduğu için tutuklandı
29.01.2025 Transatlantik: Rusya-Suriye ilişkileri | Trump'ın Ukrayna politikası | Gazze ateşkesinde son durum
26.01.2025 Çözümsüzlük için Kandil’den medet ummak
23.01.2025 Diyarbakır yeni çözüm sürecini tartışıyor | Serra Bucak, Vahap Coşkun, Mehmet Kaya ve Nahit Eren değerlendirdi
22.01.2025 Transatlantik: Trump nasıl başladı? | Unuttuğumuz Suriye | Gazze ateşkesi
19.01.2025 Bir türlü başlayamayan Erdoğan-İmamoğlu savaşı
19.01.2025 Eski PKK yöneticisi Nizamettin Taş: “Kürtler açısından önemli olan PKK’nin silah bırakması değil Suriye’deki kazanımların korunması”
17.01.2025 Haftaya Bakış (250): Boğaziçi direnişinin 1000.günü | CHP'nin iktidara cevabı | Yeni çözüm sürecinin gidişatı
02.02.2025 İmamoğlu mu, Yavaş mı, ikisi birden mi yoksa hiçbiri mi?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı